Antik Dünya

Dünya’nın İlk Kenti – Uruk

Bu Yazıyı Paylaş :

Uruk Şehri

Fırat’ın Dicle’yle oluşturduğu deltanın kuzey kıyısında, şimdiki Bağdat’ın 300 km kadar güneyinde yer alan Uruk, M.Ö. 3. bin yılın başında 30.000 ila 50.000 sakini barındıran canlı bir kentti. Büyük kent surları içindeki 5,3 kilometrekarelik alanıyla, döneminin en büyük metropolüydü; gerek yakındaki, gerekse uzaktaki diğer kavim ve kentlerle siyasal ve ticari ilişkileri vardı. Ustalıkla düzenlenmiş kent idaresi ve anıtsal mimarideki atılımları nam salmıştı; en eski edebi eserlerden Gılgamış Destanı başta olmak üzere çeşitli destanlarda bunlara değinilir.

Uruk kralı Gılgamış M.Ö. 27.-26. yüzyıllarda yaşamış gerçek bir hükümdar olabilir ; ama destanda anlatılan kahramanca işler önceki dönemlere ait olayları da yansıtır ve onun döneminde krallığın olağanüstü yüksek bir gelişmişlik düzeyine vardığına işaret eder. Uruk geride bıraktığı yaklaşık 1.500 yıllık tarihte, Güney Mezopotamya’nın sert yaşam koşullarına başarıyla uyum sağlamıştı. Bölgenin başka kesimlerinde daha eski kalıcı insan yerleşmelerinin bulunmasına karşın, Fırat ve Dicle arasındaki düz, alüvyonlu ve çoğu kez bataklık alan ancak M.Ö. 6. bin yılda yerleşime açılmıştı. İklim aşırı sıcaktı ve düz arazileri basan nehir sularını ıslah etmek çok zordu. Bu zorlu bölgede güvenli yaşam son derece gelişkin bir denetim sistemine bağlıydı.

 

Uruk
Gılgamış Heykeli

 

Böyle bir sistem önce yakın, ardından uzak yerleşmelerle anlaşmalara varmayı gerektirir; işin içine daha fazla köy ve tarla girince, bu anlaşmalar için uzman müzarekecilere gerek duyulur. Arkeolojik bulgular M.Ö. 3500’e doğru Uruk’un etkin idaresi, kurumsal dini ve çarpıcı kamu mimarisiyle büyük bir kentsel merkeze dönüştüğünü gösterir. Gıdaları tedarik eden çiftçiler, büyük ölçekte bez, çömlek ve alet üretimini düzenleyen zanaatkarlar, ayrıca kenti süslemek üzere güzel sanat eserleri yaratan sanatçılar vardı.

Güney Mezopotamya’da doğal kaynakların az olmasından dolayı hatırı sayılır bir ithalat işi gelişti; Toros, Zagros ve Lübnan sıradağlarından kereste ve metaller, Afganistan gibi uzak yerlerden yarı değerli taşlar ve lacivert taşı getirtildi. Sosyal hiyerarşinin daha karmaşık hale gelmesiyle birlikte, mesleklerin sayısı arttı. idarecilere ve askerlere rahipler, doğal dünyaya ilişkin gözlemlerde bulunan bilginler ve astronomlar eklendi. Derken M.Ö. 3200 dolaylarında ilk başta idare amaçlarla geliştirilen en eski yazı biçimi ortaya çıktı.

 

Uruk
Uruk Şehrinin Konumu

 

Uruk’un Mimari Yapısı

Uruk’un ilk dönemlerinde yapay tepelere kondurulan kamu binaları, büyüklüklerinin yani sıra beslemelerinin ihtişamıyla da etkileyiciydi. Uzaklardan görülen bu ihtişam, kentin zenginliği ve gücü konusunda hicbir kuşku bırakmazdı ama M.Ö. 3000 dolaylarında bütün merkez tamamen yeni tasarımla düzenlendi. Kentin ortasındaki bir sekinin üstünde aşk ve savaş tanrıçası İştar’a adanmış tek bir tapınak yer almaktaydı; çevresinde ise tapınak idaresine verilen daha mütevazi ve ferah avlulu başka binalar vardı.

 

Uruk
Uruk Şehri rekonstrüksiyonu

 

Kentin zenginleşmesiyle birlikte, alan sürekli genişledi; bu alan muhtemelen Gılgamış döneminde, uzunluğu 8,7 km’ye varan ve 900 payandayla desteklenen meşhur surlarla çevriliydi. Surların inşası sırasında kente şu sağlayan nehirlere bağlanan irili ufaklı kanalların oluşturduğu şebeke, kent çevresinde ve içinde trafiğin akışını kolaylaştırdı. Bu anıtsal eserlerin büyük ölçekli ve incelikli oluşu, Uruk’un sonraki 2.500 yıl boyunca ününü korumasını sağladı. Kentsel nüvesi M.S. 4. yüzyıla kadar meskun kalan Uruk hem bir kent hem de dinsel merkez olarak belli bir önem taşısa da eski siyasal gücüne asla kavuşamadı. Harabeleri günümüzde Irak çöllerinin ıssızlığında yatıyor.

 

Uruk
Uruk Arkeolojik Kazı Bölgesi

 

Kaynakça :

John Julius Norwich , Antik Dünyayı Şekillendiren Kentler

 

 

Instagram hesabımızı takip etmeyi unutmayın..

Selin Özgün

Atatürk Üniversitesi Arkeoloji

2 thoughts on “Dünya’nın İlk Kenti – Uruk

  • Geri bildirim: 19. Yüzyıl'da Mezopotamya'nın ( Ön Asya ) Keşfi - Antik Tarih

  • Murat

    Yazınız için teşekkürler. Ancak yazınızın başlığı biraz iddialı olmuş sanırım. Uruk için “Dünyanın ilk kenti” demek tam olarak doğru olmayabilir. Jericho’dan (Eriha) tutunda, şu an kökleri pek kalmamış olan İndus uygarlığına, Ariler’den (Kuzeyli Aryanlar) ilk Nubian (Nubia) minik devletlerinden hatta Harran bölgesindeki uygarlıklara varana dek birçok uygarlık bu anlamda ve belirtilen tarihlerden daha eskilerde şehirler kurmuşlardır. Aslında sümer tarihi biraz abartılmış olabilir. Devasa bir Hint (Bharata)- Keşmir uygarlığının sümerlerden daha eski ve çok daha gelişmiş olduğu üzerine derin araştırmalar ve kanıtlar bulunmaktadır. Bunun sebebininde dinsel, etnik, arkeolojik ve antopolojik nedenlere dayandığını düşünüyorum. Bir örnekle bunun daha ayan fikri zeminine ulaşabiliriz. Hint-İndus uygarlığı (Keşmir-Hint-Nepal-Bengal-Pakistan-Afgan uygarlığının tamamı) aryan istilasından önce sisyasi olarak bir bütün değildi. Yüzlerce küçük site ve devletçiklerden oluşan birleşememiş konfederatif bir yapıydı. Yüzlerce etnisite ve filolojik farklılığa ev sahipliği yapıyordu. Nüfus halen olduğu gibi o zaman diliminde de dünyanın herhangi bir yerindeki popülasyondan kat ve kat fazlaydı. Bu sebepledir ki burada meydana gelen birçok afet, baskın veya kuraklık olayları, bu coğrafyanın insanlarının özellikle daha sonra sümer, akad, sami ve hurri halklarının temellerini atacak şekilde göç etmelerine yol açmıştır. Orta doğu ve mezopotamya halklarının konuştuğu dil ve alfabelerin özelliklerine bakıldığında Hint dili ve sanskritçenin izleri yoğun bir şekilde görülmektedir. Hatta ortadoğu dinlerinin temelini bile hint inanışlarının oluşturduğu, çokça dillendirilen ve pek çok kanıtı içinde barındıran bir söylemdir. Çalışmalarınızda başarılar dilerim. Saygıyla.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.